27 Mart 2010 Cumartesi

KAPALIYIZ!


Korkunç ve de stresli bir vize dönemi içerisine girmiş bulunduğumuzdan dolayı yaklaşık 2 hafta bir süreyle KAPALIYIZ!

18 Mart 2010 Perşembe

Gezmek İstiyorum

Bugün uzun zamandır görüşemediğim dostumun aramasından belliydi günümün güzel ve enerjik geçiceği..O nun sesini duyunca öyle özlemişim ki,daha iyi anladım..
O mutluluk tüm gün boyunca yetti bana,inanın buna..Söz konusu şahıs şu anda çoook uzaklarda ve de 6-7 ay kadar da geleceğe benzemiyor..Kendisi deniz ulaştırma mühendisliği ya da daha açık ve seçik bir tabirle kaptanlık okuyor..Ve okulunun gerektirdiği zorunlu stajdan dolayı da uluslararası bir gemide tüm dünyayı geziyor..Pardonstaj yapıyor:)
İki gün önce Mısır'daydık,şimdi ise Kuzey Amerika'nın doğusuna gidiyoruz,daha var önümüzde uzunca yol diyo.Oradan sonra nereye gidiceksiniz dediğimde de valla bilmiyorumki sanırsam Güney Amerika,Ecuador taraflarına falan inicez diyo..Bolbol fotoğraf çek benim için diyorum.Çekerim yaa sorun değil o diyo..Bi havalar,bi gezmeler seziyorumcanım arkadaşımda..Tabii kendimde de buram buram kıskançlık kokan tavırlar..O kısmı hemen es geçiyorum:)
Niye ben zorunlu staj olarak bi lisede çocuklara ders anlatıyorum da o zorunlu staj olarak tüm dünyayı geziyo..Hıhh işte sana sayın E. kişisi..Hıhh!!
O nunla konuştuktan sonra ben de bi gaza gelmiş durumdayım ki sormayın gitsin..Hele ki geçtiğimiz yaz Amerika'ya da gidip gelmişken heryere gitmek sanki çok kolay,çoksıradan,bi dolmuş uzağımda sanki arka sokağımdaymış gibi..Keşke öyle olsa değil mi ya?
Ayakların fazla uzadı senin diyo annem bana ona da gezi planlarımdan bahsedince..Otur oturduğun yerde,sen o hakkını fazlasıyla kullandın diyo..
Ama bunların hiçbiri hayallere dalmaya engel değil tabi ki..Gitmek istediğin 10 yer belirle,biz senin sponsorun olucaz,sen de bolbol gezicen,fotoğraf çekicen diyen birileriolsa ne de mutlu olurdum..Hemen de belirlerdim listemi:)

1.Ecuador

Geçen sene Amerika'dayken tanıştığım ve hala daha görüştüğüm hayatımdaki önemli insanlardan biri olan arkadaşım Andrea'yı görmeye mutlaka giderdim..Gerçi bi şekilde O'nugörmem gerekeceğinden bunu bir hayalden ziyade bir plan olarak da niteleyebiliriz di mi ya:) Seneye kışın Türkiye'ye gelicek,belki bir sonraki sene de ben Ecuador'a giderim belli mi olur:)İlk fırsatta Ecuador'a gitmem lazım.. Çok özledim ben Andrea'yı..Çoookkk!!
2.Jamaica

Yine Amerika'dayken tanıştığım çok şeker iki insanı-Jason,Philemon(Philadelphia,Philips,Philipper...:) görmek için ve de Bob Marley'den dolayı belki de Jamaica'yı da merak ettiğimden sanırsambunu da bir hayalden ziyade bir plan olarak ileride bir gün mutlaka gerçekleştiririm diye düşünüyorum..

3.Taiwan

Bu kış teee Taiwan'lardan kalkıp hem bizleri hem de güzel ülkemizi görmeye gelen güzel insanları-Evelin,Kiwi- görmek için de benim de teee Taiwan'lara gitmem gerek diye düşünüyorum..İade-i ziyaret denen bir şey var,di mi ama=)

4.Kenya

En büyük hayallerimden birisi Kenya,Tanzanya..Afrika'ya gitmek..İnsanları,yaban hayatı,yaşayışları,kültürleri tanıyıp fotoğraflayabilmek..Umuyorum bir gün bu hayalimi gerçekleştirebilirim..

5.Mısır

Lisedeyken okuduğum Ramses serilerinden sonra bende oluşmuş olan Mısır aşkını anca oraya giderek dindirebileceğimi düşünüyorum..Piramitler,firavunlar,çöller..Oraları damutlaka görmem gerek!

6.Afganistan

Sebebini bilmiyorum ama sadece gitmeyi çok istediğimi biliyorum..
7.Hollanda

Amerika'ya giderken ve de gelirken Amsterdam Schiphol Havaalanında geçirdiğim saatlerin sonunda Hollanda'ya girememenin yarattığı eziklikten ve kızgınlıktan kaynaklanan bir durum bu bence..

8.Fransa

Amelie'nin çalıştığı o güzelim cafe yi,o manavı,parkı sokakları görebilmeyi o kadar çok istiyorum ki..Her ne kadar Fransızcam yok denecek kadar az da olsa umarım bir gün oralara da yolum düşer..

9.İrlanda

Ben Irlanda şarkıları kadar güzel ve daha eğlenceli şarkılar dinlememişimdir herhalde..O ne coşku,ne sevinç,ne büyük bir enerjidir öyle..Aman Allahım=) O coşkuyu buradaki,Irısh Pub lardan ziyade yerinde,coşkulu ve eğlenceli insanlarla beraber yaşamayı istiyorum..

10.Almanya

Zaten kapı komşusu gibi olduğumuz için bu isteğimin de çok zor gerçekleşceni düşünmüyorum ben..Biraz para biriktirmem herşeyi çözücektir kanımca=)
Şimcik..Tamamdır bu iş,al sen pasaportunu cebine,çantanı sırtına,makinanı boynuna git bakalım nereye gidiceksen diyen birileri çevremde olmuş olsaydı noolurdu heee..Noolurdu?

İluga(:)

15 Mart 2010 Pazartesi

Tarçın Kabuğundan Kolyem


Ve kızın birden gözleri doldu..Ağlamakla ağlamamak arasında gidip geldi gecenin bir yarısı..Kolay mı ya,çok çok,pek çok sevdiği o kolyesini bi anlık dikkatisizlik sonucu paramparça etmişti.Hem de sıradan bir kolye değildi o.Tarçın kabuğundan bir kolyeydi..


İnsanlara söylediğinde aaa hadi yaa nası ama gerçek tarçın mı peki,koklayabiliyo muyuz ki gibi enteresan tepkiler alıyodu..Hiç üşenmeden ve de yılmadan kolyeyi iki defa herhangi bir yere sürtmek yeterliydi o esrarengiz tarçın kokusunun bir anda etrafı sarması için..


Ama artık yoktu işte..Yoktu...Bi anlık dikkatsizlik sonucu paramparça etmişti.
Öyle bütünleşmişti ki onunla..Canı ne zaman sıkılsa kolyenin ucundaki fille konuşur ya da o muazzam tarçın kokusunu içine çekerek huzur bulur,bir nebze olsun rahatlardı..Kendini bu kadar özel ve iyi hissetmesini sağlayan bir şeyi daha olmamıştı kızın bugüne kadar..


Onu paramparça bir şekilde yerde görünce dayanamadı..Başladı ağlamaya..Ağlamaya başlamasıyla birlikte etrafta yoğun bir tarçın kokusu duyulmaya başladı.Hani demiştik ya kolyenin ucundaki fille kızın arasında gizli bir bağ var diye..Sanırsam kızın ağlamasına dayanamayan tarçın fil de daha fazla dayanamadı o göz yaşlarına ve kızın ağlamaya başlamasıyla beraber o mistik kokusunu odaya yayıverdi..Adeta kızı teselli eder gibi..



O ağlamasın da kim ağlasındı ki..Tarçın kabuğundan kolyesini,filini yok etmişti işte...


Üzgün "İlu"(:)

12 Mart 2010 Cuma

Michael Haneke

Benim son derece rahatsız ve huzursuz bir şekilde izlediğim ve izlerken de aynı zamanda büyük keyif aldığım filmlerin yönetmenidir.İzleyiciyi nasıl ve ne şekilde huysuzlandıracağını Haneke'den daha iyi bilen bir yönetmen daha yoktur bence.Zaten kendisine de sorulduğu zaman kimsenin kolayca ve içi rahat bir sekilde seyredemeyeceği filmler yaptığını söylemiştir.

Genelde kendisinin toplumsal sorunları,çarpıklaşmış insan ilişkilerini,iletişimsizliğin doğurduğu duyarsızlaşmayı yani duygusal buzlaşmayı ve bunun sonucunda oluşan şiddeti sade,yalın daaan diye tüm gerçekliğiyle sunan bir üslubu vardır.

Filmlerinde özellikle müzik kullanmaz,konuşmalardan çok görüntülere önem verir ve bir Haneke filmi bittiğinde,bu da neydi arkadaş vay anasını yaa der ve bu moddan da uzunca bir süre kurtulamazsınız.Çünkü adamın seyircide bırakmak istediği etki de tam anlamıyla budur!

Gel gelelim bu senenin festival filmlerine baktığımızda da Michael Haneke'nin ilk uzun metrajlı film olan 1989 yapımı Der Siebente Kontinent karşımıza çıkar.Bu filmi ben iki sene önce CNBC-E de izlemiştim.Yanılmıyorsam Aralık ayı Haneke ayıydı ve her cuma bir Haneke filmi vardı.Der Siebente Kontinent'de O'nunla tanışmamı sağlayan ve beni fazlasıyla etkileyen bir filmdi..

Detaylarını tam olarak hatırlayamıyacağım ama film mühendis bir babayla gözlükçü bir annenin kızı olan Eva'nın ailesinin,onun sorunlarına duyarsızlıklarıyla başlar.Aile bireyleri öyle ki sadece ve sadece yemek masasında bir araya gelirler,ihtiyaç halinde konuşarak birbirleriyle iletişime geçerler.Öyle ki anne ve baba sevişirken bile kıyafetlerini çıkarmayı gerek görmezler,üzerlerindeki kıyafetleriyle sevişirler duygusuz ve de ruhsuz bir şekilde.Yaptıkları tek şey zorunluluklarını yerine getirmektir.Bu durumdan rahatsız olan Eva,okuldaki arkadaşlarına ve öğretmenine kör olduğu yalanını uydurur.Eve geldiği zaman aynı yalanı evdekilere de uydurarak bu monotonluktan ve ilgisizlikten biraz olsun kurtulacağını düşünür ama annesinin suratına attığı hiç beklenmeyen o tokat adeta bizlere atılmış gibi bir etki yaratır izleyici üzerinde..

Filmin geriye kalan kısmında sayın yönetmenimiz herhalde yeter artık size bu kadar eğlence,şimdi gelelim fasulyenin faydalarına diye düşünmüş olacak ki bir anda şiddet içerikli sahneler yer alır.Anne,baba ve Eva ellerinde baltalarla evde ne var ne yoksa parçalamaya
başlarlar.Koltuklar,televizyonlar,camlar,kapılar..Baba evdeki tüm paraları parçalayıp klozete atar.Bu para parçalama sahnesi yaklaşık 10 dk boyunca devam eder..
Bu arada anne makyaj malzemelerini kırar,kıyafetlerini parça pinçik eder..
Aynı şekilde Eva'da kendisine ait ne varsa yok eder..Kitaplar,kalemler,oyuncak bebekler..
Siz artık bitse de gitsek olursunuz..Ama izlediğiniz film Michael Haneke filmidir.Herşeyin bu kadar kolay ve çabuk bitmeyeceğini bilmeniz gerekir.Aslında film daha yeni başlamıştır.

Her yer parçalandıktan sonra sıra salonun ortasında duran Eva'nın belki de tek dostu olan büyük akvaryuma gelir.Başından beri Eva'yla balıklarının dostluğuna şahit olan izleyici babanın o akvaryuma dokunmayacağına,dokuanamayacağına inanır.Genelde filmlerde öyle olur ya,böyle alıştık hani..

Ama bunda böyle olmaz.Tepesine inen tek bir balta darbesiyle koskoca akvaryum balıklarıyla beraber tuzla buz olurken Eva'nın o tiz çığlığı tüm izleyicinin kulaklarını sağır eder,üzer,yok eder adeta..Ardından da kamera,yerde çırpınan balığa odaklanır..İki dakika boyunca o balığın can çekişi izlettirilir..

Evdeki akvaryum dahil herşey parçalandıktan sonra telefon hatları kesilir,kapı zilinin çalması engellenir..

Ve evdeki herkes bir gün postacının kapıyı çalarak kimsenin açmamasıyla birlikte tesadüfi bir şekilde ölü bulunur..


Bu olay gerçek bir olaydan alıntıymış bu arada..Bunu da izledikten sonraki araştırmalarım sonucunda öğrenmiştim..İşte kapitalizmin acı sonu denilen şey bu olsa gerek..Bu filmde aslında iletişime geçmenin çok çok önemli olduğu,paranın herşey olmadığının dersi veriliyor her birimize.Keşke anlatmasaydım diye düşündüm şu anda..Ama tabii içerisinde çok daha fazla detaylar barındıran bir filmdir..Mutlaka izlenmesi gereken bir film ve takip edilmesi gereken bir yönetmen bence..Bunun yanında Funny Games,Benny's Video,Das Wiesse Band,71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls ı da öneririm ben tüm sinema severlere=)

Haydi bakalım o halde..İyi seyirler=)

İlug@(:)

8 Mart 2010 Pazartesi

İstanbul Film Festivali

Yarından itibaren İKSV nin sitesinde 3-18 nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan İstanbul Film Festivali'nin programı açıklanacakmış..Açıklanır açıklanmaz festivaldeki filmlerle ilgili bi kaç bi şey yazmak isterim..

4 Mart 2010 Perşembe

Güzel Bir Gün Ölmek İçin


Şu ana kadarki hayatımın içerisinde intihar etmem gerekseydi en uygun gün bugün olurdu herhalde..Ya da onun yerine bugün eroinman da olabilirdim veyahut kötü arkadaş kurbanı da..Ya da ya da bugün önüme çıkan herhangi birine aşık da olabilirdim ..Teoman'ın da dediği gibi bugün aslında güzel bi gündü ölmek için. .

Arada oluyor bana böyle yaa,herşey bir anda anlamsız gelebiliyor bazen..Hem de sebepsiz yere..Tıpkı bugünkü gibi..

Daha okula gitmeden vardı aslında belirtileri böyle bir anlamsızlığın tüm gün benimle birlikte olacağının..Evden çıkmadan ağlamaklı olan modum,gözlerimin ıslanmasıyla zirveye ulaştı zaten..

Sonrasında klasik okul moduna giriyorsun okuldan içeri girince tabi.Okuldaki hocalarımız sağolsun,laboratuarlar saolsun,dersler falan o moda istemese de giriyor insan..Hem de hemencicik..Hiç bir şekilde zorlanmadan..:)

Neyse öğleden sonra zaten bir gevşeme durumundaydım..Öyle ki bahçede arkadaşlarla muhabbet etmekten dersi kaçırıp 10 dk geç girdim Bakteri Genetiği dersime..Ondan sonrasında olan Endüstriyel Mikrobiyoloji dersine girmeye bünyem el vermedi zaten.Yeter dedim.Bugünlük bu kadar yeter İluga..Biraz da kendine vakit ayır!

Çıktım okuldan..İstikamet tabi ki İstiklal Caddesi..Serseri mayın gibi ordan oraya savruluyorum..Bi mutsuzluk,bezmişlik,sıkkınlık..Biyoloji okuyoruz bunca zamandır,çikolatanın vücudumuzun bir nevi mutluluk fabrikası olan serotonin seviyesi üzerindeki pozitif etkilerinden faydalanayım dedim ve meşhur Beyoğlu çikolatalarından aldım.İçlerinde bütün bütün fındıkları olanlardan..Onların da nesi meşhur ve Beyoğlu'na özel anlamış değilim ya..Bildiğin Nestle..Neyse..:)

Çikolatadan biraz yiyince o gerginliğim azaldı sanki.Bankada da az biraz işlerim vardı..Onlarla uğraşmaktan kendimi unuttum tabi.

Bankadan çıkınca da Pera Müzesi'ne gittim.Picasso'nun resimleri sergileniyor orada.Genelde resimden falan anlamam ben,fotoğrafçılıkla ilgileniyorum da Picasso'da hazır gelmişken sanki gidip o eşsiz eserleri görmemek büyük bir cehalet ve haksızlık gibi geliyor bana..Ayrıca da yazımın başında belirttiğim gibi boşluktan kaynaklanan şeyler yapıyorum bilinçsiz bir şekilde..

Ama gidin görün derim ben..18 Nisan'a kadar da sergi devam edecek.Öğrenci 3 ytl,normal 7 ytl.;)

Neyse oradan çıktıktan sonra da Tünel'den hindistan cevizi aldım,sütünü içtim..Tadı bi acayipti,bitiremedim de zaten..İnsan boşlukta olunca böyle oluyormuş demek ki.Sorunlarından dolayı alkole sığınan insanları ya da uyuşturucudan medet umanları anlayamazdım eskiden ama gerçekten insanın canı sıkkın olunca hele ki o insanların büyük dertleri olduğunu da düşünürsek hak vermiyor değilim..Neyse ki ben bu günü sadece Hindistan cevizi sütüyle atlattım=)

Tünelden sonra da Kabataş'a arkadaşımın yanına geçtim.Artık orada insan gibi kahve içtik karşılıklı..Normale dönme belirtileri göstermeye başladım yavaş yavaş..Halkın arasına karştım hafiften sanki=)

Eve gelirken de meyvacının önünden geçerken canım birden kivi çekti..Dedim böyle abuk bi günü kiviyle noktalayayım bu da bana güzel bir anı olarak kalsın..Nasıl ama,iyi yapmışım değil mi?

Depresif İ.

2 Mart 2010 Salı

NO COMMENT!

Biz yaklaşık 3-4 aydır annemin alakasız bir şekilde teşhisi konulan tiroid rahatsızlığıyla uğraşıyoruz..Hastanelere gitmeler,kan vermeler,ultrasonlar,biyopsiler derken en sonunda yaklaşık 3 ay önce ameliyata karar verilmişti.Bu rahatsızlığının teşhis edilme safhası da çok enteresan ve traji komik bir şekilde olmuştur aslında..Bazen kadere inanmamamı gerektiren bir sürü bir sürü şeyler yaşarken öteki yandan alakasız bir şekilde çok daha kolay ve zahmetsiz olarak bu hastalığı atlatması kadere olan inancımı arttırmaya yetti denebilir.

Annem zaman zaman işyeri doktorunun yanına gider..Hem kendiyle ilgili veya bizlerle ilgili ufak tefek sorunlarımızı sorar hem de öksürük şurubudur,yok efendim ağrı kesicidir yok bi başka bi ilaçtır onları yazdırır.Yine bir gün ilaç yazdırmaya gittiğinde işyeri doktoru anneme sol gözünün sağ gözünden büyük olduğunu,tiroidden şüphelendiğini en kısa zamanda da tiroidle ilgili hormon testleri yaptırması gerektiği konusunda uyarır.

Annem de en müsait zamanda kan testi yaptırır,ultrason isterler falan derken 5 adet soğuk nodül bulunur annemin tiroidinde..Biyopsiyle parça alınır ve ameliyata karar verilir.1 Aralık'ta da ameliyatını olur.Tiroidinin hepsi alınmıştır.Artık tiroid bezinin ürettiği hormonu dışarıdan almak zorundadır.Ve doktorlar çok kritik bir noktasında hastalığın teşhis edildiğini,biraz daha gecikmiş bir vakit herşeyi daha da zorlaştırabileceğini savunurlar.

Geçmişle ilgili çok çok kısa bir şekilde özet geçtim şu anda..Onun annemde,bende,kardeşimde..Bizde yarattığı streslerinden,depresyonlarından,mutsuzluklardan bahsetmiycem bile..

Şu anda çok şükür sağlığına kavuştu sayılır.Doktoru ilaç vermişti yaklaşık bir ay önce.Ve bugün de hastaneye gidip kan aldırması gerekiyordu ki kullandığı hormonun kanında ne kadar artışa sebep olduğunu anlayabilsin..

Biz bu kan aldırma işleriymiş yok biyopsiymiş falan Cerrahpaşa'ya gidiyoruz..Artık çalışanlarıyla kanka olduk da denebilir aslında.Hem bize yakın hem de profesörümüzde oranın hocası olduğu için..

Neyse bugün sabah 8 gibi orda olmamıza rağmen çok fazla kalabalıktı.Biz geldiğimizde numaratör 21 i gösteriyordu ve bizim numaramız 76 ydı.Bugün bu testi yaptırıp,sonucunu öğlen gibi alıp akşamında da doktorunun muayenehanesine götürmemiz ŞARTTI!

Koskoca hastanede bilgi işlem kaydı girebilicek sadece 2 vezne mi dersiniz,bi dünya insan mı dersiniz,üstüne üstlük bir de sistemlerin bozulması mı dersiniz..

Numara falan ilerlemiyo..Durdu kayıt işlemi..Koskoca hastane sırf sistemleri bozuldu diye kayıt alamıyo..Dolayısıyla kan veremiyo,ultrason çektiremiyo,biyopsi için parça aldıramıyo..vs.Ne zaman sistemler gelir diye soruyorsunuz ,belli olmaz belki gelir bugün belki de hiç gelmez deniyo..

Ne demek bu yaa..Nasıl bir reziilliktir bu..Dünyanın hangi yerinde vardır acaba,sistem bozuldu kusura bakmayın bugün gidin yarın gelin valla..Burası devlet dairesimidir,postane midir,SSK kurumu mudur ne biliym bugün git yarın gellik bir yer midir?Burası herşeyden önce Istanbul'un her yerinden hasta gelmesi muhtemel olan çok büyük bir fakülte hastanesidir.Hastalık bekler mi ya da hasta bekletilir mi?İşi olan var,karşıdan gelen var,annem gibi çalışanı var,evinde hastası olanı var..Bugün git,yarın gel..

Ki nitekim annem de çalıştığı için zar zor izin alan bir insan.Hastalığı dolayısıyla da çok fazlaca izin aldığından çok büyük bir strese girmiş durumda..Zaten patronlarının izine karşı bi alerjisi var...Annemin yerinde olsam stresten düşüp bayılmıştım herhalde.Acaba yarında mı izin almam gerekicek,bugün sonucu alıp profesörüme götürebilecek miyim..vs.

Neyse daha sonra biz hemen akıl ettik de aşağısındaki Istanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne gittik..Zaten ameliyatını da orda olmuştu,hemen de kanını verdik ve sabah 8 gibi gittiğimiz hastanelerden 11 de cıktık..Biz bu saate kadar neden bekledik..Sadece ve sadece bir tüp kan verebilmek için..

Daha fazla bir yorumda bulunmak istemiyorum ben..Yorumu size bırakıyorum..
İlug@

1 Mart 2010 Pazartesi

...Ya Hep Ya Hiç...

Normalde ben duygularımı en uçlarda yaşayan biriyimdir.Birinden hoşlanmıyosam bu bi anda nefrete dönüşebilir ki bu genellikle dönüşür veya birinden yardım mı gördüm bu kişi gayet de benim kanatsız meleğim olarak atanabilir hayatıma..Ya da birine mesafeli mi davranmam gerekiyo..O zaman yandı bu kişi..Böyle bi şey yok ne yazık ki bende..O kişiyle hiç konuşmamayı tercih ederim..Anlıycanız ya hep ya hiç im biraz..
Biriyle içimden konuşmak geliyorsa çok da güzel konuşup sohbet ederim ya da ayıp olmasın diye sadece seviyeli bir şekilde selam vermem gerekiyorsa da hiç bi şekilde selam sabah vermem..Gereksiz bence..Bir insanla konuşmayı ya istersin ya da istemezsin..Lütfen bi selam verelim de ayıp olmasın diye bi şey olamaz..Muhabbet içten gelerek yapılırsa bir anlam kazanır bence..Zoraki bir konuşmanın,iki kelam etmenin iki tarafı da kasmaktan başka bir anlamı yoktur kanımca..

Geçen gün,kelimenin tam anlamıyla boğulucakmış gibi oldum..Bir el sanki boğazıma yapışmış ve elini çekmiyo boğazımdan..Hayatıma yeni girmiş biri olarak hiç bi şeyimken aslında bir anda herşeyim olmak isteyen kişinin elleri nefes almama engel oluyo sanki..

Arkadaşımla buluşmam gerektiğini söylüyorum,neden buluşuyosun,çıkışında sinemaya gitsek ne dersin diyo?Sanki haftanın diğer günleri çuvala girmiş gibi..Sabırlı bir şekilde başka sefere inşallah diyerek
klasik bir şekilde reddediyorum.Bi başka gün,kıyafet almam lazım ihtiyaçlarım var diyorum..Ne zaman gidiyoruz alışverişe sorusuyla karşılaşıyorum..Bir başka gün,derse gelsem de girsem de noolcak ki muamelemesi görüyorum..
Ooooff!! Yeter ama ..yeter..Noluyoruz yahuu..Ne bu hız,ne bu acele..Nereye yetişiyoruz,nereye gidiyoruz..Sen kimsin,ben kimim..Biz kimiz ki?
Sosyal bi insanım ben..Çevrem var,arkadaşlarım var,dostlarım var,sevenlerime karşı sorumluluklarım var..

Hayatıma müdahele etme yetkisini sana kim verdi,böyle bi lükse ne zaman eriştin ki sen..Hele ki benim hayatıma karışcan hee..Adamı yemin ederim katır tepmişe çeviririm anlamazsın bile..Sonra binbir özür dilersin binbir laflar edersin ama..He-heeeytt!!Geçmiş olaa...

Yakınımdakiler fazla insafsız davrandığımı düşünüyorlar,bir şansı daha hakettiğini düşünüyo bi çoğu ama gelemem ben öyle şeylere dediğim gibi..Hele ki benim hayatıma maydanoz olacak birilerine asla ve asla yer yok..Ben mi anormalim insanlar mı anlayamadım..Ama dediğim gibi bizde böyle..Ya hep ya hiç...
İ.