13 Aralık 2009 Pazar

DOSTUM

Bütün bir pazarımı çok çok sevdiğim bir dostuma ayırdım..koskocaman bir pazar günü...ne kocaman değil mi? birlikte bu soğuk havada sıcacık kahvelerimizle tavla oynadık,yemek yedik,sinemaya gittik,güldük,sokak ortasında saçmaladık,eğlendik..Gerçekten ve dolu dolu eğlendik..o kadar çok özlemişim ki bu soğukta sımsıcak bir dostumla saatlerce vakit geçirip "gerçekten" eğlenmeyi..

Ne yazık ki ben öyle herkeslerle güzel vakit geçiremiyorum..Ya çok seçiciyim ya da seçilen..Bilemiyorum nedenini...Saymaya kalksam benim kafamdaki"dost" tanımına uyan insan sayısı bir elimin parmak sayısını geçmez...Gerçekten..Bu durumdan da şikayetçi misin diye sorsalar hiiiç de değilim..

Aksine çevresinde bir ordu dolusu kalabalık bulunan insanların birbirleriyle ne kadar çok şey paylaşabilceni çok merak ediyorum.Öyle kasım kasım kasılcam ortamlara giremiyorum..Herşeyden önce mutlu olamıyorum..Ay o neden bana baktı,o benle ilgili ne düşündü,acaba bana ne demek istedi,o ne giymiş ki bilmemle..Belki öylesi de olabilir tabi de kişiyle alakalı bir durum bu sanırsam biraz da..
Ben kalabalık ortamlardan ziyade sessiz ve sakin ortamlarda sevdiğim o 3-5 kişiyle daha çok huzur bulduğumdan böyle bi seçicilik bizzat benim tarafımdan tasarlanıyor kanımca...Hayatım boyunca da böyle tasarlanıcak gibi duruo..=)

Ben arkadaştan bahsetmiyorum ama.Dost diyorum...Hani en zora düştüğün anlarda ilk akla gelen isimler..Sağ ve sol omzunda durup sana ne yapman gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunan gizli melekler..
Yoksa arkadaş çok var çevremde..Belki yüzlerce..Onlarla da iyi vakit geçiriyorum tabi..Gülüyoruz,eğleniyoruz,paylaşıyoruz,seviniyoruz,üzülüyoruz da dostluk her zaman farklı bi kavram oldu benim için..

Bugün de aynen öyle bi gündü benim ve dostum için..Sessiz,sakin ama huzur verici ve oldukça da mutlu edici..Bunun için sevgili canım,elimin 5 parmağından biri olan yüce şahsiyete,"dostum"a bugünü unutulmazlar arasına soktuğu için teşekkür ederim...=)
İLug@...=)

26 Kasım 2009 Perşembe

BEN GELDİM





Yürüdüm çok yollardan geçtim ama inan çok büyüdüm



Düşündüm sebebini bulamadım neden çok üzüldüm



Şimdi aç kapını lütfen çünkü ben geldim



Çok üşüdüm çok soğuk yerden geldim



Bana biraz gülümser misin



Kimseye sormadım yolu kendim buldum geldim



Simsiyahların içinden sana karbeyaz geldim



Beni biraz sever misin ben geldim



Üstüm biraz tozlu yolda çok düştüm geldim



Ellerim çizik üzgünüm dikenliklerden geldim



Kalbim paramparça ama sana topladım geldim



Bir bilsen neler yazdım, hepsini yaktım geldim



Annemi bıraktım sana kimsesiz geldim



Çocukluğumun söküklerini dikebilir misin



İzin ver de oturayım lütfen bacaklarımı çok yordum geldim



Kusura bakma üstüm ıslak büyük yağmurlardan geldim



Anlatsam herşeyi dinler misin



Yanıma para almadım beş kuruşsuz geldim



Yolda biraz acıktım ama sana dayandım geldim



Hiç yokken hep olmak nedir bilir misin



Kendime devdim devrildim geldim



Kardı buzdum eridim erittim geldim



Aşkı sırtıma aldım taşıdım evladım dedim



Açtım soldum sarardım geldim



Yandım söndüm kül oldum geldim



Ellerinle ellerime su dökebilir misin



Yüzüme vurdu rüzgar yağmuru daha çok dedim



Yağmur carptı kendini bana "bu yetmez" dedim



Kırılmış kanatlarıma birkez dokunabilir misin



Taştım dağdım kum oldum geldim



Camdım kayaydım tuz buz oldum geldim



Beni Allaha tekrar inandırabilir misin



Bin kere öldüysem bin kere dirildim geldim



Canımdan can kan verdim ama adını yaşattım geldim



Yedi kat yerin dibinden beni duyabilir misin



Kimse inanmadı sana ben taptım geldim



Dönecek yerim kalmadı herşeyi mahvettim geldim



Şimdi beni biraz sevebilir misin



Ben geldim..

H1N1 İN FAYDALARI


Eveeet..Uzunca uzunca bir zamandır uzaklaşmıştım blogumdan..Bu hastalık vıtıvıtlarından ben de aldım nasibimi efendim..Hatta kendi kendime H1N1 teşhisi bile koydum..:) E ateşim vardı,öksürmekten diyaframlarım acıyodu ki öksürüğüm hala daha geçmedi,midem bulanıyodu,etlerim dayak yemiş gibi acıyodu,ayağa kalkınca başım da fıldır fıldır dönüyodu,1 haftadır okula da gitmeyip asosyal bi organizma modundaydım..Tamam işte yaa,ben bal gibi de H1N1 i kapmışım di mi ama:)

Şimdi ben aslında biraz aykırı davranarak H1N1 in faydalarından bahsetmek istiyorum..:)Olmaz olmaz demeyin efendim,geçen hafta boyunca tüm gün evdeydim,yattım,istirahat ettim,dinlendim,kendi kendime kaldım,düşündüm vs.Bunlar da bi ihtiyaç aslına bakarsanız..Bireysellik,bireyselleşme..Bakalım neler neler yapmışım bu hastalık boyunca,bundan bahsedelim biraz,ne dersiniz:)

Öncelikle virüsü İstanbul’dan kaptığımı ve Bolu’nun soğuğunda da beni esir aldığını tahmin ediyorum..Çünkü hasta olmam direk şehir dışından gelmemle başladı..İnsanın aklına başka ihtimal de gelmiyor di mi..Malumunuz Bolu çok soğuk ve sert bir iklime sahip olduğu için benim gibi çıtkırıldımlar karşı koyamadılar bu zor ve çetin hava şartlarına...:)Eee ben de naaptım..Hasta oldum,yattım..Kendime gelene kadar kafamı yastıktan kaldırmadım..Odayı kardeşimle paylaşıoruz biz normalde,baktı ki ben hastalıktan kırılıyorum,wallahi aldı pılını pırtısını yatağını,yorganını annemin odasına transfer oldu 1 hafta kadar..Böylece 1 hafta kimse bana karışamadı odayla ilgili efendim..Abla o şöyle mii,ablaaa bu böyle miii gibilerinden..Anlıycanız bi süreliğine de olsa kafamı dinledim:)

Birazcık daha iyi olduğumda hemen hemen her gün yatağımda bilgisayarım vasıtasıyla film izlemeye,diziler takip etmeye başladım..Kitap okudum,TV programlarına abone oldum,dergiler okudum,internette blogları takip etmeye çalıştım..vs.Kısacası okula gitmek dışında bu bir haftada kafa dağıtacak,eğlencek ne varsa yaptım kendi çapımda..Senin eğlence anlayışın da buysa dediğinizi duyar gibiyim ama efendim takdir edersiniz ki ben bunları hasta hasta yaptım ve de insan hele ki böyle zamanlarda ağır hasta bi şekilde yatak döşek yatarsa yapcağı aktiviteler de sınırlı oluo di mi ama..:)

Her güzel şey nasıl sonlanırsa benim de bu hastalıktan dolayı elde ettiğim tatilim sona erdi ve tekrardan sosyal bir organizma halini aldım..Okula gitmek için evden çıktığımda ne görüyim..O 1 hafta içinde evimin tam karşısındaki kuaför dükkanı kapanmış,yerine de su dükkanı açılmış..Düşünebiliomusunuz tam 1 haftada bir işyeri kapanıyo,yerine çok farklı bi iş açılıo ve insanlar düzenini kuruyolar..

Sonracıma,sokağıma kazı çalışmaları yapılmak için işçi arabaları girmiş,kazmışlar,kaldırım taşlarını sökmüşler,heryeri çamur yapmışlar..vs.Kısacası hayat devam etmiş,değişmiş,yenilenmiş..Tıpkı benim değişip bir haftanın sonunda enerjik bir şekilde yenilendiğim gibi..:)Bu arada dersleri değil de okuldaki arkadaşlarımı çok özlediğimi farkettim okula gidince..Yine de ne diyoruz hastalık evlerden ırak olsun.Kötü,tehlikeli ve çok zahmetli bi dönemdir..Bunun için de dikkatli olmakta fayda var..

Sevgiler:)
İlug@...:)

18 Kasım 2009 Çarşamba

Hastayım

ben çooook fena hastayım bilio musunuz? öksürüyorum,aksırıyorum,midem de hafiften bulanıo,başım dönüo,etlerim dayak yemiş gibi de acıyo,az biraz da halsizliğim var gibi..

acaba bu durumumun domuzlarla ilgisi olabilir mi yaww??

16 Kasım 2009 Pazartesi

HAYATI TERSTEN YAŞAMAK

Yasamin en tatsiz tarafi sona eris seklidir. Suphesiz ki
Yasami tersten yasamak daha guzel hatta mukemmel olurdu.
Nasil mi ?

Cami'de uyaniyorsunuz. Bir tahta sandik icersinde, herkes karsinizda
Saf durmus, iyiliginize dua ediyor ve tum haklar helal edilmis vaziyette.

Tabuttan dogruluyorsunuz,yasli, olgun ve agirbasli olarak.
Herkes etrafinizda, buyuk bİr itibar,iltifatlar, cocuklar torunlar
Hepsi hazir. Arabaniza kurulup evinize gidiyorsunuz.

Dogar dogmaz devlet size maas bagliyor, aylik veya uc ayda bir maasinizi
aliyorsunuz. Ne guzel, hazir maas,hazir ev... Altmisli yaslara kadar
hersey garanti, huzur icinde yasiyorsunuz. Sagliginiz gittikce duzeliyor
Kaslar gucleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gun calismak istiyorsunuz ve ise ilk basladiginiz gun size hosgeldin
hediyesi olarak bir plaket ve altin kol saati veriyor patronunuz..
Ve Genel Mudurluk veya bunun gibi yuksek bir makamdan tecrubeli bir
İnsan olarak ise basliyorsunuz. Herkes karsinizda elpence divan.. .

Vucudunuzda da bazi hosa giden hareketler de basliyor Gittikce zayifliyor
forma giriyorsunuz Diger hormonal Aktiviteler artiyor, fevkalade.....
Aman ne guzel gunler basliyor...

Derken birgun patron size artik Universiteye gitsen daha iyi olur diyor.
Bu arada Babaniz ortaya cikmis, "fazla calistin" diyor "artik eve don, isi
birak, okumaya basla, harciligin benden olsun..." Keyfe bakar misiniz ?
Okudugunuz dersler gittikce kolaylasiyor Ekmek elden su golden
bir donem basliyor. Partiler, Diskotekler, Kizlarin sayisi artiyor.

Derken Anne ve Babaniz sizi goturup getirmeye basliyor, araba
Kullanma derdi de yok artik... Gunun birinde sizi okuldan da aliyorlar,
"evde otur,
Keyfine bak, oyuncaklarinla oyna" diyorlar...
Mamaniz agziniza veriliyor, zaman zaman altinizi bile temizliyorlar, hatta
bu durum
aliskanlik yaratiyor ve hic tuvalet kullanmamaya basliyorsunuz.

Derken Anneniz bir gun size sut verme kararini aliyor ve baska bir
Keyifli donem basliyor. Mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazir.

Bir gun karanlik, ilik ve sicak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek icin agzinizi acmaya dahi gerek yok, bir kordondan
besleniyor sicacik yumusacik gurultu ve patirsiz bir ortamda yasiyorsunuz.
Kuculuyor, kuculuyor, ufacik bir hucre halini aliyorsunuz.

Ve gunun birinde muthis keyifli bir sevişmeyle hayatiniz bitiyor....

Can YÜCEL

JUVE BENİ "MİM"LERSE...

Uzunca bir süre bi şeyler yazıp karalayamadım bloguma,takip de edemedim kim ne yazmış çizmiş falan die..Hem vize döneminden olucak hem de şehir dışından yeni gelmemden dolayı olcak ki anca vakit buldum kurcalamaya..Bu esnada da pek sevgili Juve cimin beni mimlediğini gördüm:) Hoşuma gitti,oldum olası zaten anket tarzında hazırlanmış soruları cevaplamayı sevmişimdir ben..Şimdi isterseniz sorularımı cevaplamaya başlıym..

-Bloguna neden bu ismi verdin?

Efendim,ilug@ yla tanışma hikayem internette bi şey ararken başka bi şeyi görüp başka bi şeyi de kurcalarken başka bi şeye rastlamam sonucunda oldu..=)Çok açıklayıcı oldu di mi?=) şeyler şeyler böyle şeyler işte.. oldum olası orjinal isimler ilgimi çekmiştir benim.Bu rastlantı sonucu bulduğum orjinal şeyin anlamı da beni çok iyi ifade etmiş olduğundan isminin böyle olmasını istedim...

-Blog yazarken star tribiyle davrandığın,istediğin olmazsa olmaz şeyler var mı?

Düşüncelerini iyi bi şekilde kağıda dökmenin güçlü bi konsantrasyona gereksinim duyduğuna inanıyorum.Bunun için yazılarımı da genelde en iyi odaklanabildiğim zaman dilimlerinde-öğleden sonraları akşam olmaya başlarken bi fincan kahvemle birlikte odamın ışıklarını söndürüp sadece laptoptan gelen ışıkla beraber yazmayı tercih ediyorum..Öyle de yok efendim ben yazarım,internette yazılarımı basarım herkesler de okur tarzı bi triple yazmıyorum.Yazmayı seviyorum ve çok iyi dertleşme aracı olarak görüyorum ve yazdıklarımı da sizlerle paylaşarak yazılanları okuyup yeni şeyler öğreniyorum..:)

-En son satın aldığın garip şey?

Şu an için gerçekten aklıma gelmiyo...:)

-Şeker olduğun anlar?

Çok çok sevdiğim dostlarımın yanındayken hele bir de bu dostlarımı uzunca bi süre de görmemişsem şımarıklığımdan yanıma gelemezsiniz derim:) Ayrıca da bebekleri,çocukları,köpekleri severken de normal “ben” den başka bi boyuta geçtiğim söyleniyo...:)

-Arkadaşım artık sormayın şunları dediğin şeyler?

Hangi bölümde okuosun die sorduklarında “Biyoloji” cevabını verdiğimde yüzlerine saçma salak ifade giydirerek “Ne?” diye abzürd bi tarzla tekrar sormaları,ardından cevabımı yineledikten sonra da ikinci bi abzürd ifadeyle,”2 senelik mi 4 senelik mi?” diye abuk sabuk sorularından birini daha yönelterek o insanların cahillik seviyelerini üst konuma çıkarmaları...vs.Bi insan hiç mi kitap,gazete,dergi okumaz,TV izlemez,Biyoloji,Biyolog kelimelerine bu denli yabancı kalır anlayamıyorum..Bu tarz sorularla karşısına gelenlere siniiir oluyor İLug@...Siniiiirrr!!

-Aynaya bakınca gördüğün?

Sabah ilk kalktığımda gördüğüm her daim uykusunu alamamış ve gözleri uykusuzluktan pörtlemiş duran İLug@..Kahvaltısını edip daha sonra üstüne dışarı çıkmak için bi şeyler geçirip biraz da makyaj yapınca sabaha göre “daha bakımlı” İlug@:) Zaman zaman da hasta İlug@,sevimli İlug@,üzgün İlug@ gibi İlug@ nın hallerini görüyorum..=)

-Kendini okutan bir blog dediğin?

Ben özellikle sokratesya,HBBA,JuVeNiL,vodville nin bloglarını takip etmekten büyük keyif alıyorum ve kaçırmamaya da özen gösteriyorum..

-Bu blog sahibiyle karşılaşabilcen yerler?

Laleli-Beyazıt civarı ve o yöne giden toplu taşıma araçlarında,Bahçelievler ve Bakırköy civarında,Taksim İstiklal Caddesinde benimle karşılaşılma olasılığı yüksektir...=)


Eveeet efendim..Şimdi gelelim maydanozun faydalarına=) Bu soruların sokratesya ve vodville tarafından da en kısa zamanda cevaplanmasını bekliyoruz...=)

İlug@...=)

9 Kasım 2009 Pazartesi

BERLINER MAUER

Geçen gün evde gazete okuyordum kahvaltıdan sonra..Hani olur ya klasik kahvaltı sonrası keyifler..Ben çok seviyorum o keyfi,özellikle Pazar günleri çok daha eğlenceli ve huzurlu bi kahvaltı oluyo benim için..Hem tüm aile fertleriyle aynı masada toplanıp uzun uzadıya sohbet etme fırsatı buluyo insan hem de keyif çayımla beraber, sınırsız bi zamanda gazete okumak,zorunluluktan çok, bi anda güzel ve tüm hafta beklenen tarifsiz bi keyfe dönüşüo benim için..Yine öyle bi keyif esnasında gazetelerden biri benim uzunca bi zamandır merak ettiğim hatta konuyla ilgili filmini bile izlediğim ama ne hikmetse işin aslını öğrenmeye fırsat bulamadığım bi konuya değinmişti..Berlin Duvarı..

Açıkçası siyasi konular bana belli bi aşamadan sonra çok soğuk geliyo.Herkesin belli başlı şeyleri bilmesi gerektiğine inanıyorum,orası ayrı tabii..Ama ne biliym böyle ıncığını cıncığını bilen siyasetçi edasıyla da sana bi şeyleri savunmaya çalışan insanlardan da hiç bi zaman hoşlanmadım..Belki de içimde onlar gibi olma isteği olup da o kadar derin bilgiler barındırmayışım mı buna sebep diycem ama o kadar çok özensem ya da merak etsem heralde bi şekilde kendimi siyasi konuları araştırmaya adardım diye düşünüyorum.Ne dersiniz?:)

Neyse efendim konumuza geri döncek olursam o gün okuduğum gazete yazısı bende önceden beri merak uyandıran Berlin duvarı hakkında bilgi sahibi olmamı sağladı.Bu bilgilerin ışığında sizinle de paylaşmak istedim öğrendiklerimi..

Öncelikle bu yazıyı bugün yayımlamamdaki asıl sebep bugün Berlin Duvarı’nın nam-ı diğer Utanç Duvarı nın yıkılmasının yıl dönümü.Tarihler 9 Kasım 1989 u gösterdiğinde Doğu Almanya hükümetinin almış olduğu bir kararla bu duvar yıkılır ve ardından bugün bile devam eden çeşitli spekülasyonları da beraberinde getirir..
Öncelikle 46 km uzunluğundaki bu duvar Doğu Almanya ile Batı Almanya’yı birbirinden ayırmak için yapılmıştır.Amaç Doğu Almanya’da yaşayan vatandaşların Batı Almanya’ya gitmesini önlemektir.Bu duvar 1961 de örülmeden önce 1950 li yıllarda duvar yerine tel örgüler bulunmaktaydı.Ancak bu tel örgülerden atlayıp da karşı tarafa geçen insan sayısı gün geçtikçe arttığından olcak 1961 yılında tel örgüleri kaldırıp duvar yapmayı uygun gördüler .Üstüne tel örgü çekmeyi de ihmal etmediler tabi..Yani..

Hatta olayı o kadar önemsediler ki,duvarın Doğu Almanya tarafına bakan yüzü beyaz renge boyanarak kaçan insanları kolay tesbit etme yoluna bile gittiler bu insanlar.Batı Almanya’ya bakan kısmı ise daha çok duvar resimleri ya da graffitilerle süslüydü..Onlar için sorun yoktu çünkü..Güç onlardaydı ne de olsa..Güç de para demekti..Hala daha öyle ya neyse..
Çok ilkel bi düşünce gibi duruo di mi “duvar".Adına aynı zamanda “utanç duvarı” denmesinin sebebi de bu ilkelliğinden gelio zaten efendim.Düşünsenize Türkiye nin doğusuyla batısını ayıran bi duvar örüldüğünü..İnsanların doğuda yaşıyan sevdiklerini görememesi,konuşamaması..vs.Korkunç gerçekten..Bir zaman sonra batılı insanların doğulu insanları küçük görüp aşağılaması,doğuluların bu durumdan aldıkları ağır darbeler,batılıların doğu kısmı geliştirmek için aniden ekstra vergi ödemek zorunda bırakılmaları falan da filan..Tıpkı iki farklı ülke iki farklı dünya gibi kısacası..İnsan kendi insanından nefret eder düşman eder kendine bi zaman sonra..Zaten bu durum Almanya’da soğuk savaşın yaşanmasına da sebep olmuştur vakti zamanında.

Biraz da bu kısımların yönetim şekilleri ve düşünce tarzlarından bahsetmek gerekirse,Doğu Almanya daha çok sosyalist bi düşünceyle yönetiliodu.Hastane,eğitim,sosyal kuruluşlar ücretsizdi.İnsanlar dar gelirliydi,bölge pek ekonomik bakımdan gelişememişti ama mutlulardı..En azından bi çok insan aynı maddi statüdeydi..Batı Almanya’ya bakıcak olursak da Doğu Almanya’ya göre tam tersi bi durum vardı.Bugün dünyanın bi çok ülkesinde görülen kapitalist bi düşünce hakimdi orda.Herşey paralı,bi çok şey Doğu Almanyalılara göre çok lükstü.Kalkınma vardı,teknoloji vardı,iş imkanı daha fazlaydı,çünkü para vardı.Çünkü GÜÇ vardı..

Sonra duvar 9 Kasım 1989 da aniden çıkan bi kararla bi gün içinde yıkılıverdi.Bu durumdan çıkar sağlamak isteyen kapitalist düşünce zihniyeti duvardan arta kalan küçük taş parçalarını hediyelik eşya dükkanlarında satmaya başladılar.Günümüzde bile bu duvardan kalan kalıntılar 5 euroyla 50 euro arasında Almanya’da satılmaktadır..
Şüphesiz ki bu durumun insanlara getirdiği artıları olduğu gibi eksileri de vardı.

Senelerdir sosyalist bi düşünceyle yönetilen Doğu Almanyalılar aradan kalkan duvarla beraber kapitalizmin acı gerçeğiyle karşılaşmak zorunda kaldılar ve bu bakımdan çok büyük zorluklar çektiler.Bu duvar Almanlar arasında düşmanlığa ve ayrımcılığa yol açtı.Doğu Almanyalılar Batılılar tarafından dışlandılar,küçük görüldüler,aşağılandılar..Günümüzde bile Almanya’nın doğusundaki işsizlik oranı batısına göre daha fazladır.Bunun sebebi Berlin Duvarı nın yaratmış olduğu ayrımcı zihniyettir.Bu duvarın yıkılması bi yandan Doğululara özgürlüğün ve umudun da kapısını aralamış oldu.Zaten duvarın yıkılcağı gün Doğu Almanyalılar davullarla zurnalarla yıkım ekibine eşlik etmişlerdir.Bugün de Almanya’da 9 Kasım törenlerle kutlanır.
Batı Almanyasına bakcak olursak,onlar da ülkenin doğu kısmının daha ferah ve daha gelişmiş düzeye getirilebilmesi için daha fazla vergi ödemeye zorlandılar.Doğulularla bir arada yaşamayı gururlarına yediremediler.Bi böbürlenme bi kendini beğenmişlik durumu söz konusuydu onlarda..

Bak sen bi duvarın ettiğine görüo musun ya..Ülke insanlarını birbirine düşürüp birbirleriyle yabancılaşmasını sağladı duvar...Beraberinde iç çatışmayı,soğuk savaşı da getirdi aynı zamanda..

Geçen sene bu konuyla ilgili bi film izlemiştim.”Good-Bye Lenin” di filmin adı.Doğu Almanya’da yaşayan bi aileyi anlatan bi filmdi.
Filmin konusundan bahsetmek gerekirse,son derece ülkesini seven ve yaşananlara duyarlı bi kadın tek başına bi şekilde çocuklarını büyütürken birden kanser hastalığına yakalanır.Son derece sosyalist olan bu kadın yatağa düştüğünde bu duvar yıkılır ve kapitalizm dört bi yanı kaplamaya başlar.Coca Colalar,Sony ler...Kadın sırf üzülmesin die çocukları dümenden TV haberleri hazırlarlar annesi bu durumu öğrenmesin diye..Dışarı çıkıp bu ilanları görmesin diye kapıyı kilitlerler hatta.10 sene önceki TV haberlerini günün haberi gibi annelerine izletirler çocuklar.Komik ve eğlenceli bi film olmakla beraber güzel bi şekilde konuya değiniodu bence.Benim gibi “Yann Tiersen”hayranıysanız zaten filmin müzikleri bile size filmi izlemek için güzel bi sebeptir diye düşünüyorum ben..Şu anda bi defa daha izlemem gerektiğinin farkına vardım..En kısa zamanda yeniden diyorum?

Velhasıl kelam olayın özü budur sayın blog ve bloggerlar.Daha detaylı bilgi isterseniz internetten sayısız kaynak bulabilirsiniz konuya dair..Ben şimdi izninizle şu çılgın ve bitmek bilmeyen derslerime dönmek istiyorum..:)
İlug@...:)

6 Kasım 2009 Cuma

Zavallı Halkım Benim...

Bu aralar gündem konumuz yoğun ve karışık ne yazık ki..Ne yazık ki dedim çünkü iyi bir yoğunluk değil son zamanlarda ülkemizde yaşananlar..Bir yandan domuz gribi sendromunun “aşı”lamaması,diğer bir yandan GDO’ların ülkemizde yetiştirilip ithalat ve ihracatına izin veren yasa tasarısının 26 Ekim de kabul görmesi..Hepsi ayrı birer tartışma konusu aslında..
Ben öncelikli olarak domuz gribinden başlamak istiyorum izninizle..

Bundan yaklaşık 2 ay öncesine kadar bizzat Amerika’nın değişik eyaletlerinde bulunup,oralarda uzunca bi süre kalıp değişik kültürleri tanıma fırsatı elde etmiş bi insanım ben..Bu fırsattan istifade ederek o bölgede yaşayan insanlara bu domuz gribiyle ilgili düşüncelerini sorduğumda bu insanların olaydan bi haber olduklarını ve daha çok onlar konuyla ilgili bana sorular sorduklarını farkettim.Buna Meksika yakınlarında ya da Güney Amerika’da bulunan arkadaşlarım da dahildi.Tamam olaydan haberleri vardı bu insanların ülkelerinin konumları itibariyle ama ne burdaki gibi abartyla bahsettiler ne de yok aşıymış yok bilmem kaç yüz bin insan ölmüş gibi trajediler uydurdular bana..Bi grip olduğunu-herhangi bi grip gibi-ve domuz gribinin de onlardan biri olduğunu söylediler ve hatta benim bu tepkimi de garipsediler sanki.Kendimi kötü hissettim onlarla bu konuyu konuşurken.Kim bilir ne düşünmüşlerdir benimle ilgili o anda..Bilmiyorlar ki Amerika’dan yayıldığı iddia edilen bu H1N1’in aslında ülkemizde ne kadar önemsendiğini-önemsenmeyi bırak adeta olağanüstü hal ilan edildiğini..

Okuduğum bölümle alakalı bi konu olduğundan olcak ben pek önemsemiyorum bu domuz,kuş,kedi,köpek griplerini.Çünkü birazcık konuyla ilgili bilgi sahibi oılursa insanlar bunların da sıradan bir gripten pek farkı olmadığını anlayacaklardır.Bilinen gibi grip aslında öyle iki hapşırmayla,aksırmayla geçirilebilecek bi hastalık değildir.Grip çeşidi ne olursa olsun çok tehlikeli bi hastalıktır.Influenza virüsü bu hastalığa da sebep olur.Bir çoğumuz grip oldugumuzu sandığımız zamanlarda iki burnumuz akıp biraz da öksürdümmü ayy grip oldum yine deriz..Yine diye bi şey olamaz..Senin hayatın boyunca olduğun griplerin sayısı bir elinin parmaklarını geçmez aslında..Grip olduğunu sandıklarımız soğuktan dolayı vücudumuzda görülen değişik semptomlardır.Soğuk algınlığıdır yani..İkisinin birbirine karıştırılmaması gerekir.

Grip son zamanlarda da görüldüğü gibi ölümcül olabilir.Başta da belirttiğim gibi çok tehlikelidir.Ama bunun domuzla bilmemleyle alakası yoktur.Genel anlamda tehlikelidir.Domuz gribi de bi çeşit grip olduğuna göre kişinin bağışıklık sistemine bağlı olarak ölümcül olabilmektedir yani her grip kadar tehlikeliyse bu da o kadar tehlikelidir.Ama bunun için ne idüğü belirsiz aşıların getirilmesi, dahası herkese zorunlu tutulmaya çalışılması çok saçma ve gereksizdir bence..

Geçen gün sağlık bakanımız Recep Akdağ kameraların karşısına çıkıp domuz gribi aşılarının zorunlu olması gerektiğini,bu aşıların başbakanın da cumhurbaşkanının da dahil herkes tarafından olunması gerektiğine dikkati çektiler.Bunun ardından sayın başbakanımız da bu aşıyı olmak istemediğini ve herkese zorunlu tutulmaması gerektiğinin açıklamasını yaptı..
Peki o zaman soruyorum ben..Bu ülkenin başbakanı-ki bu adam günde yüzlerce kişiyle tokalaşmak öpüşmek zorunda kalan adam yani aşıya en çok ihtiyaç duyması gereken insan modeli-aşıya karşı çıkıp kameraların önünde kendi bakanıyla tartışmaya girerse ben aşı olmıycam diye de diretirse bu halk daha ne olduğu açıklanamayan aşıyı neden olsun?Adama senin can da bizimkisi patlıcan mı demezler mi? Dahası Amerika’dan gelen bu aşılar orada bile insanlara zorunlu tutulmazken Türkiye’de zorunlu hale getirilmeye çalışılmasının altında yatan sebepler nelerdir?Ülkemin zavallı insanları yoksa büyük güçler tarafından biyolojik silah olarak mı kullanılmaya çalışılıo?...

Sorulması gereken ve söylenmesi gereken o kadar çok şey var ki aslında...Ama ben bu konuyla ilgili daha fazla yorum yapmak istemiyorum..

Gelelim diğer bi gündem konumuza..Bilindiği gibi GDO ların ithalatı,ihracatı tarımsal açıdan son derece verimli topraklara sahip ülkemizde yasallaştırıldı.Zaten biz de diyoduk ne zaman gelicek bu genetiği değiştirilmiş organizmalar ülkemize diye... Sonunda geldi..Vatana millete hayırlı olsun efendim ne diyim..3 nesil bilemedin 5 nesil sonra görürüm ben insanlarımı.Kafalarından bacakları çıkan,6 gözü,4 kulağı olan genetiği değiştirilmiş insanımsı modunda organizmaları..Sonra da ahlayıp vahlayıp anlatırlar torunlarına..Evladım sen bilmezsin,zamanında Tayyip denen bi herif vardı başımızda başbakan diye.Biz bu adama zamanında çok inanıp güvenmiştik.Her seçimde oylarımızı ona vermiştik ama bak sen onun bize ettiğine görüo musun ya? Haram zıkkım olsun ona verdiğimiz oylar..şeklinde konuşmaların geçmesi muhtemel tabii.O saatten sora ister sev ister söv arkasından..Nafile tabii..

Yani bu insanlar neyi bekliyolar seslerini çıkarmak için bunlara bi dur demek için anlamıyorum..Görmüyolar mı,görmek mi istemiyolar ya da işlerine mi öyle gelio hiç anlam veremiyorum..Bi insan nası bu kadar cahil olur ya da hiç mi ne olcanı kestiremez..Nedir bu cehaletin sebepleri..Yoksa zavallı halkıma büyü mü yaptı bu insanlar nedir..Belki okuyup üflemişlerdir “herkes kuzu gibi olsun her buyurulana eyvallah desin” büyüsü..Neden olmasın?

Ben eskiden sırf genetiği değiştirilmiş tavuklardan yapıldığı için bi fastfood zincirinin tavuklarını yemiodum..Demek ki artık kaçış yok bu tehlikelilerden..Kimseye sorulmadan uzmanların düşüncelerine yer verilmeden buyuruldu bize güzel bi tabakla beraber..Ohh ne güzel di mi?

Hani haberleri açıym ne alemde olaylar bi izliym diyorum,artık eskisi gibi gösterilmio da ülkemle ilgili bu tarz haberler.Heralde haber niteliği taşımıyo bunlar..Ya da önemsiz görülüyo..Çok daha önemli işler var ya..GDO da neymiş? Herzamanki gibi bi şeyi koyduk ortaya insanlar da kabul etmek zorundalar,kabul etmeme gibi bi lüksleri yok diye düşünüyolar...Zavallı insanlarım benim..

Ülkem insanlarına ne gibi faydası varmış?Neden apar topar bunlarla ilgili düzenlemeler yapıldı adeta yangından mal kaçırır gibi?Çok mu gerekliymiş ki hemen bi yasayla iş bağlandı?

Hiç mi merak etmiosun ya da hiç mi araştırmıosun zavallı halkım? Neden önüne sunulan her şeyi almak zorundaymış gibi alıyosun,hakkını aramıyosun,savunmuyosun yanlış bi şey olduğunu tehlikeli bi iş olduğunu iş işten geçmeden?

Ben bu başımızdaki Tayyip ve ekibine kızmıyorum aslında..Kızgınlığım bu insanları iki seçimdir başımıza başbakan diye getiren zavallı halkıma..Üzülüyorum da aynı zamanda..Hem de çok üzülüyorum..

ILug@...

1 Kasım 2009 Pazar

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM

31 Ekim 1987 akşam saat yaklaşık 20,30 u gösterdiği zaman büyük bir “ıngaaa”sesiyle birlikte yeşil mi yeşil gözlü,kırmızı mı kırmızı yanaklı bi bebek dünyaya gelir..Annesinin ilk bebeğidir ve tüm aile bu beklenen ama bi türlü gelmek bilmeyen bebeğe odaklanmıştır..Agucuk bugucuk sesleriyle oyalamaya çalışırlar bebişi..Bir de isim bulurlar bu tatlı bebeğe..Tüm aile fertlerinin ortak görüşüyle beraber ismi “Sena” olsun derler..İsmiyle yaşasın bu güzel Sena bebek..

Kahramanımız Sena büyür,gelişir,yürümeyi öğrendi,koşmayı başardı,okumayı söktü derken bi bakarız ki tarihler 31 Ekim 2009 u gösteriyor..Tam tamına 22 sene geçmiştir minik Sena'nın doğumundan itibaren.Artık minikliği falan da kalmamıştır hani..Kocaman yetişkin bir bayan olmuştur Sena.Kendi ayakları üzerinde durabilen hırslı yapısı,arada bir kardeşiyle kimsenin tahmin edemiyceği kadar çocuklaşabilen ve aniden ufak bi olaydan etkilenip ağlama krizlerine girebilen duygusal,narin ve bir o kadar çocukçul yanı,tüm arkadaşlarının imrenerek örnek aldığı hayata pozitif bakış açısını klasik Sena bakış açısı diye yakın çevresi tarafından Senalaştırılan ama en önemlisi hayallerinin peşinden koşması gerektiğini çok iyi bilen bir Sena vardır artık hayatta..Öyle ki tüm hayatı boyunca bir gün ben Amerika ya gidicem diyip de bu büyük ve eskiden beri ulaşılmaz gibi gözüken hayalini geçtiğimiz yaz Amerika ya giderek de ulaşılabilir ve imkansız olmaktan çıkaran da yine kahramanımızdır aslında..Bu büyük ve ilk yurt dışı deneyiminin ona sağladığı çok büyük özgüven ve “ben yapabilirim”den dolayı sıradaki ideali de bi gün evini sırtında taşıyan kaplumbağa gibi tasını tarağını alıp fotoğraf makinasıyla beraber Kenya'ya gitmektir..İnanıo kahramanımız tüm kalbiyle bu idealine..Bi gün Amerika'ya gidicem diyip de gittiği gibi bi gün ben de Kenya'ya gidip doğa fotoğrafları çekicem diyip gitmek istio..İnanıo bu imkansız gibi gözüken hayalinin gerçeğe kavuşacağına..

Arada bir kendiyle konuşuo Sena yalnız kaldığı zamanlarda..O zaman kafasında beliren hayatıyla ilgili bazı keşkelere de engel olamıo ne yazık ki..En büyük hatayı lisede sayısal seçerek yaptım ben die düşünüo..Anadolu Lisesi çıkışlı oldugundan dolayı sözel bölüm mezunu olup gazetecilik eğitimi almayı kendine yedirememişti bi zamanlar..Ne de olsa Anadolu Lisesi çıkışlıyım ben,sözel de neymiş die gereksiz bi küçümsemeye gitmişti kendisi zamanında hayatındaki büyük keşkenin tüm bi ömür boyunca onla beraber gelicenden habersizcesine..

Aslında şu anda bulunduğu bölümden son derece memnun kahramanımız Sena..Biyoloji'yi çok seviyo..Hatta öyle ki daha ilkokula giderken Sena,bayram paralarını biriktirip evine mikroskop alıp evdeki her minik şeyi incelemek istiodu.Tozu,toprağı,suyu,saç telini,tırnağını..Ama gazetecilik bi farklıydı aslında onun için ezelden beri..Haberci olabilirdi Sena..Ya da bi gazetede köşe yazarı..Seyahat etmeyi de çok seviodu aslında..Belki de bi seyahat ve gezi dergisinde fotoğrafçılık da yapabilirdi..Ne de olsa uzun zamandır çok isteyip de alamadığı profesyonel fotoğraf makinasına sonunda kavuşmuştu Amerika'dayken..Amerika hayali onu bi hayaline daha kavuşturmuştu..İyi oldu bu Amerika seyahati benim için diyo Sena..Hem senelerin isteğini gerçekleştirdim hem de istediğim ama bi türlü elde edemediğim makinayı çok çok daha ucuz bi şekilde sahip oldum..
Ama gerçeğe döndüğünde bu gazetecilik sevdasının sevdadan öte gidemiyceni de bilio kahramanımız..Ve bu son senesi..Mezun olucak..Nerede ne şekilde iş bulacağının stresi yiyip kemirio Sena'yı..Her akranı gibi Sena'da da gelecek kaygısı var..Her klasik Türk gencinin kaygılarını yaşıo Sena da..
Ama ondan öte bugün doğum günü Sena'nın..En mutlu en huzurlu olması gereken bi gün bugün..Benim günüm bugün dio Sena..Her ne kadar zorlu bi vize haftasına girecek olmanın verdiği ekstra sıkıntı da olsa üzerinde benim günüm bugün dio yine de..Annesinin yaptığı çilekli pastayla beraber kahve içio Sena ve kendi doğum gününü kutluyo..

En kutlu En mutlu En güzel doğum günleri benim olsun..:)

Benim Güzel mi Güzel,Keyifli mi Keyifli,Şahane mi Şahane Doğum günüm kutlu olsun..:)


İyi ki doğmuşum ben bee…!!!:)

Ilug@:)

27 Ekim 2009 Salı

ANGUT NEDİR

Nerden olduğunu hatırlamıorum ama bi gazete küpüründen sanırsam alıntıydı bu"angut"la ilgili yazcam şeyler..İlk okuduğumda bende şok etkisi yaratmıştı açıkçası..Vayy bee demiştim hatta..İnsanlar bilmeden nası da kullanıolar bi çok kelimeyi ben de dahil demiştim.Neyse efendim sözü dolandırmadan başlayalım alıntımızı yazmaya...:)

Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".Birisi bir salaklık yapınca,bir laf anlamayıncaböyle boşboş bakınca hemen "Angut musun"der günümüz insanı...
Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir ton "Angut" var ülkemizde.Angut kuşunun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya insan gelse dahi) gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar başucunda bekler...
İşte bu canlının yaptığı en büyük "angutluk"budur.Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir,arada bir görülen bir şey değildir.Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünü başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz...
Hani derler ya"Angut gibi bakmasana lan..."Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine.Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün.Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

Yaaa..Böyle işte:)

Sevgiler..
İLug@:)

25 Ekim 2009 Pazar

FRIDA...

İki gün önce cuma günü o kadar yorulmuşum ki okulda..Eve geldiğim gibi önce maillerime baktım ardından büyük bir yorgunlukla kendimi yatağa attım ki gece bir haftadır sabırsızca beklediğim filmi-Frida uyuklamadan izleyebileyim diye:)


Normalde bendeniz film seyretmeye bayılırım,filmciliğe de ilgiliyimdir hani..Amma velakin benim uykum da o kadar kıymetlidir hani.Hatta o kadar kıymetlidir ki,ben o kadar yorgun argın okuldan gelicem,iki saat uyuyup kendime gelcem,uykum mayalanıp en tatlı şekline bürünücek ve herkesin uyuması gereken bi saatte ben o güzel ve mayalanmış şeker gibi uykumu açıp en az 2 saat sürecek bi film izliycem..Vallahi ne yalan söyliym rüyamda görsem inanmazdım heralde:) Bu büyük bi fedakarlıktır benim için kısacası ve ben bu fedakarlığı Frida için yaptım...:)ve filmin sonunda da iyi ki yapmışım dedim..:)


Aldım battaniyemi,kahvemi...Herkesi de kovaladım yataklarına ve tek başıma gecenin bi vakti film keyfi yaptım:) 2 gibi de film bitti ve sabah saat 9 da fotoğrafçılık kursuma yetiştim...


Neyse efendim biraz başlığa yönelik konuşmak gerekirse,film öncelikle başrollerini Salma Hayek,Alfred Molina'nın paylaştığı,yönetmenliğini de Julie Taymor'ın yaptığı ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo'nun zor ve trajik hayatını anlatan mükemmel bir filmdir.Genç Frida kendinden yaşça bir hayli büyük kendi gibi Meksikalı bir ressam olan Diego Rivera'nın karısıdır ve bu iki insan aralarındaki bi hayli fazla olan yaş farkına ve Diego'nun çok çapkın bir adam olmasına rağmen aşık olurlar ve kısa bir süre sonra da evlenirler.

Diego komunist bir adamdır ve toplumca pek kabul edilemeyen,siyasi içerikli resimler çizer.Frida ise daha çok insan ve insan konulu,kendi hayatından da kesitler sunan kocası Diego'ya göre de son derece başarılı resimlerin yaratıcısı olur.
Frida'nın resimle tanışması da aslında son derece trajik bir olayla başlar.Frida çok feci bir trafik kazası geçirir ve vücudunda neredeyse kırılmadık kemik kalmaz.Bütün vücudu alçıya alınır ve uzun bir süre yatağa mahkum olur.İşte bu sıkıcı dönemde Frida alçısının üzerine resimler çizmeye başlar.Bunu gören ailesi Frida'ya tuval ve renkli boyalar alır ve yatağının tepesine aynalar koyarak Frida'nın daha rahat resim yapmasını sağlarlar.

Daha fazla detay anlatmak istemiyorum.İlgilenenler ya da merak edenler google dan Frida Kahlo yazarak çok daha fazla bilgi edinebilirler filme ve ressamın kendisine dair.Bu arada filmin imdb
puanı da 7,4 tür.Hani hafife alınacak,öylesine izlenecek bir film değildir kanımca.Belli bir kalitede,belli bir seviyededir film.Bilmiyorum neden ama beni gerçekten çok etkiledi Frida'nın hayatı.Belki de bir insan hayatındaki bu denli üzücü olayın aslında insanı çok farklı yerlere sürüklemesi ve hayatının geri kalanına yön vermesi olabilir bunun sebebi..İnsan bunu izledikten sonra da herşeyde bir hayır vardır cümlesini daha iyi anlıyo ve özümsüyo sanırım..

Bilemiyorum ama ben iyi ki de uyuyup gecenin bi vakti kalkmışım ve bu filmi izleme şansı bulmuşum diyorum ve bu filmi izlenilesi filmler listeme ekliyorum efendim..

Sevgiler

İLug@:)













22 Ekim 2009 Perşembe

Küflenmiş Ruhum Unutmadı Seni Hala...

Sevgili blog!! Öncelikle canım bi şeyler yazmak,içimi dökmek,bu bunaltıcı ve aynı zamanda da sıkıcı vize döneminde biraz nefes almak istedi..Şöyle bi eskiden yazdıklarımı bi karıştırdım da eskiden güzel şeyler yazıyormuşum ben yahuu..Böyle içli içli duygusal duygusal..Okuyanın boğazında bir parça düğüm bırakan cinsten..
Ayy yook! Burada paylaşmadan duramıycam..İzninle blog!!:)

Küflenmiş Ruhum Unutmadı Seni Hala

Kız bır yandan kahvesini yudumluyor,bir yandan melodilerin eşsiz güzelliğiyle beraber bu satırları döküyordu kağıda ıslanmış gözlerinin yardımıyla...Neden ıslaktı acaba o gözler?Neydi ki kızı bu denli üzen,gözlerini ıslatan?...
Aslında o gözler yeni ıslanmıyordu,bu satırlar da yeni dökülmüyordu kağıda...Kaç defter bitirmişti kim bilir kız O'su için bitmeyen,tükenmeyen melodiler eşliğinde.Kız da bilmiyordu...
Oysa 2-3 seneye kadar herşeyi paylaşırdı bir tane sevimli defteriyle.O'nunla geçirdiği her dakikayı,her saniyeyi,her kavgayı,her sessiz çığlığı...O'nunla ilgili herşeyi yazardı defterine.
Nasıldı,ne zaman başlamıştı,neden bitmişti?Ya da bitmiş miydi?Düşündü bunları aynı zamanda yazarken...Sonra buldu cevabı kendi içinde...Bitmemişti.Çünkü hiçbir şey başlamamıştı ki...Birbirlerine bir sevgiliden daha yakın bir o kadar da sokaktaki insan kadar uzaktılar...
Kız bir lokma daha yudumladı kahvesinden...Anıları daha çok beliriverdi hafızasında...Nasıldı yaa,ne olmuştu da O'su kızı bu kadar etkilemişti,ya da kız O'sunun bu denli başını döndürmüştü,bilemiyordu...
Kaçan kovalanır durumu vardı onlarda.Bir zamanlar diye başlamak yerine bir varmış bir yokmuş demeyi tercih etti kız.Çünkü onlarınki masaldan farksızdı.Bir varmış bir yokmuş dedi ve başladı masala en başından.O'sunu düşündü...
O'su seviyordu kızı,hem de delicesine,çılgıncasına...Biliyordu bunu.Kız bu kadar yoğun bir sevgi görmemişti hayatı boyunca.Bu sevgiden belki de yoruldu ya da şımardı bilinmez...Kaçtı O'sundan.Malum masal ya,kız kaçtı O'su kovaladı.Kız kaçtı,O'su daha büyük bir aşkla kovaladı peşinden.Bu durum iki seneyi geçti.Artık kız O'suna delicesine aşıktı,emindi bundan.Seni seviyorum diyebilmeyi o kadar çok istiyordu ki...Rüyalarda yaşıyordu aşkını,birbirlerine seni seviyorumlar savuruyorlardı nehir kenarlarında...Bu rüyaların gerçek olmasını o kadar diledi o kadar diledi ki...Ama olmadı.Rüyalar gerçek olmadı işte.Daha doğrusu kız nedendir bilinmez izin vermedi gerçek olmasına hayatı boyunca en büyük "keşke"si olarak kalacağından habersizcesine...
Kız ne yapsa nafileydi artık,ortak hiçbir noktaları kalmamasına rağmen yapamıyordu O'suz.Hatıraları,o defterleri olmadan yapamıyordu işte...Özlediği zamanlarda o defterleri açıp 3 sene öncesine dönüyordu...Daha mı çok acı çekiyordu içindeki tek keşke kocaman olurken ya da huzur mu buluyordu sevdiceğini yeniden yaşayarak...Kimse bilmiyordu bunu.Ama bildiği tek bir şey vardı,o da sevdiceğini,O'sunu büyük bir aşkla seviyordu.Acaba O'su da aynı şeyleri düşünüyor muydu,kalp kalbe karşıdır derler ya,gerçekten öyle miydi?
O'sunun dediklerini hatırladı bir yudum daha aldıktan sonra kız..."Leyla'la Mecnun'uz biz,masalımız bu...Ama Leyla neden Mecnun'a yüz vermiyor,neden sevmiyor"diyordu Leyla'sının gözlerinin içine bakarak...Halbuki Leyla seviyordu,hem de büyük bir aşkla seviyordu Mecnun'unu.Onu da bugün daha iyi anladı kız.
Taksim'deydi,dolaşıyordu...Boşboş,amaçsız,ne idüğü belirsiz bir şekilde...Birden O'sunu görür gibi oldu.Kendi kendine yeter dedi,bu kadarı da fazla ama...
Hayır,gerçekten O'suydu.Kanlı canlıydı işte.Dünya ne kadar küçük derler ya.Gerçekten dünya küçücüktü.Önündeydi işte,elini uzatsa yakalayacakmışcasına yakındı.Ama olmadı,yapmadı,yapamadı...O'su bakıyordu kıza sevimli bir ifadeyle.Meşhurdu onun parıldayan bakışları.Kim dayanabilirdi ki bu bakışlara?Zaten dayanamadığından haykırmak,boynuna atlamak istedi ya O'sunun.Büyük bir özlemle her zamankinden daha fazla seni seviyorum demek istiyordu.Öpmek istiyordu bir de.Öpmek,öpmek...
Ama olmadı tabii,her zamanki gibi eli ayağına dolaştı,birden kan gitti,uzaklaştı,kayboldu vücudundan adeta.Buz kesti heryeri,ağlamamak için de zor tuttu kendini.Her zamanki gibiydi kız.O'sunu ne zaman görse böyle oluyordu.Bu beş saniyelik zelzelenin ardından sadece merhaba diyebildi kız.O'su da dedi merhabasını ama sitemliydi.Belki de kırgındı yegane aşkına.Doğru ya,neden o kadar zaman aramamıştı O'sunu.Araması için ne sebep vardı diye düşünmüş olabilir miydi ya da?Neyi oluyordu kız O'sunun?Arkadaşı,dostu,sevgilisi...
Kız O'sunun masal kahramanıydı,daha geçerli bir sebep olabilir miydi bundan öte...Tabii ki olamazdı,olmamalıydı.Kız yüzüne bakamadı utancından O'sunun.Zaten çok konuşmaya vakitleri de yoktu,yolları ayrılmıştı ikisinin de.Kim bilir bir daha İstanbul'un hangi köşesinde karşılaşıp merhabalaşacaklardı...
Bu da böyle bir hikayeydi işte.Sıradışı bir Leyla ile Mecnun hikayesi...Kızıyla O'sunun hikayesi...

01-10-2007
22:50

...


Sevgiler
iLug@:)

21 Ekim 2009 Çarşamba

"iluga" nın anlamı...

Öncelikle bu benim gerçek anlamda ilk blogum olduğu için biraz heyecanlı biraz da sabırsızım..Böyle bi içim kıpır kıpır bi tuhaf mıdır nedir sanki:) İlkler her zaman hayatta ayrı bir öneme sahiptir ya,benim de bu ilk blog yazımın benim için özel- ismimin anlamı üzerine olmasını istedim...

Yaklaşık 1 sene oldu benim "İluga"yla tanışmam..Bu da yine benim o sayfa senin bu sayfa benim diyerekten internette gezinmem sayesinde oldu..Kim bilir yine ne arıyordum da merakım beni çok çok farklı sayfalara yönlendirdi..Bilmiyorum..Ama bu "iluga"yı öğrendikten sonra her yere her şeye "iluga"yazmaya başlamıştım..Birden farkettim ki esir almıştı adeta bu sözcük beni..Deftere,kitaba,duvara,sıraya,masaya..İlerde bi dükkan açsam ismi kesin iluga olur diyordum..Keşke adım Sena yerine iluga olsaymış diye düşünüp kafayı tırlatma noktasına geldiğim zamanlar da olmadı mı? Oldu..

Peki neydi "iluga"ne demekti..yenir miydi,içilir miydi,yaşam felsefesi miydi..Yoksa ünlü bi filozofun adı mıydı?..Hemen internetten bulduğum açıklamayı da burda paylaşmak istiyorum ve ardından soruyorum size sorumu:

Yoksa siz de ilugalaştıramadıklarımızdan mısınız?


"Başka bir dile çevrilmesi en zor kelime belirlendi. Bin dilbilim uzmanının seçtiği en zor kelime, güneydoğu Kongo'da konuşulan Tshiluba dilindeki 'iluga'. İluga, 'Her hangi bir kötü muameleyi ilk seferinde affetmeye hazır, ikincisinde hoşgörü gösteren, ama üçüncüsünde asla affetmeyen kişi' demek."

Sevgiler
iLug@...:)